Prof.Dr. Kaan AYDOS
Hemen hemen tüm toplumlarda sosyal normlar aynıdır: “Erkek kıza evlenme teklif eder.” Soğukta ceketini veren, restoranda hesabı ödeyen ya da paketleri taşıyan da hep erkektir. Diğer türler için de aşağı yukarı benzer davranışlar konu edilebilir: Sürekli dişi kaçar, erkek onu kovalar. Aslında erkeğin bu “maço” alın yazısı, biyolojik kaderi ile özdeşleştirilir (Jolly 2004). Gerçekten de sperm, aktif, ileri doğru atılan, girişken, yumurtaya (oosit) doğru birbirleriyle zafer kazanmak için yarışan bir yapıya sahiptir. Sperm ordusu ilerler, kazanan ise tek başına kaleyi fetheden yakışıklı prenstir. Hatta bir dönem, yaşam gücünün, o ölümsüz ruhun yalnızca sperm tarafından geçtiğine inanılmıştı. Öyle ya, erkeğin gücü değil miydi, bebeği barındırmak üzere kadının genitalyasını canlandıran? Zaten yumurtalar da doğumdan beri oturup, erkeğini bekler! İşte, erkeğin “maço” damgası yemesinde dayandırılan tarihsel biyolojik senaryo bu. Ama bir de madalyonun diğer yüzüne bakalım.
Cornell Üniversitesi Antropoloji Profesörü Emily Martin (1991), sperm alayının göz diktiği yumurtayı, önce üzerine atılıp arkasından da emerek spermi karşılaması özelliğine bakarak bir örümceğe, hatta “yutan dişi” ya da “yutan büyücü anneye” benzetir. Oysa sperm, oosit içine girmesini takiben organellerinin büyük kısmını süratle kaybederek, yavrusu için büyük bir fedakârlık örneği gösteriyor da olabilir. Her ne olursa olsun, biyolojik yapımız gereği sürekli bir mücadele içinde olduğumuz açık. Ama insan, “zekâsı” sayesinde bu savaşı da ört bas etmesini becermiş ve bir romantizm gösterisi şekline dönüştürmeyi başarmıştır. Oysa işin gerçeği; bu romantik duygularımızın altında, irademizin dışında işleyen son derece karmaşık biyokimyasal bir mekanizmanın bulunduğudur.
Aslında sperm oldukça romantik ama bir o kadar da mağrur yapıya sahiptir. Oositine kavuşur kavuşmaz, aşkının içinde erir. İki sevgilinin bedenleri birbirine karışır ve tek vücut olurlar. Ünlü Alman filozof Arthur Schopenhauer sözü hiç dolandırmadan “Evlilikte hedef, entelektüel bakımdan eğlenmek değil, çocuk meydana getirmektir.” diyerek, aşığın tutkusunun aslında meydana getirilecek olan bireyin ve onun özelliklerinin çevresinde dönüp dolaştığını, tutkunun çekirdeğinin de burada yattığını vurgulamıştır.
Şimdi spermin oosit içinde ne aradığına bakalım. Esas amaç; varlığını sürdürebilmek. Neyin varlığını? Genetik materyalinin varlığını, yani DNA diye bildiğimiz nükleik asit zincirinin. İşte, spermatozoanın oosit içinde aradığı şey de, genetik hazinesinin varlığını sürdürmesini sağlayacak olan “yaşam iksirini” bulmaktır. Gametlerimiz bu sırrı atalarından öğrenmişti. Günümüz modern teknolojisi bu iksirin içeriğini açığa çıkarmış olup, başlıca; PAR proteinleri, P granülleri ve PIE1 molekülleri tarafından meydana geldiğini göstermiştir.
Yaşam iksirini bulma yolculuğu ‘puberte’ ile başlar. Bir yandan testosteron diğer yandan östrojen, bu moleküllere kavuşmak için zamanın, “âşık olma zamanının” geldiğini haber verir. Ergenlik sivilceleriyle birlikte, sperm hücreleri içinde kendilerini gizlemiş olan nükleik asitlerimiz ‘yaşam iksirlerini’ tazelemek amacıyla, uygun bir yumurta bulma arayışına başlar.
Sperm, yaklaşık 5-6 metre süren yolculuğunu takiben ilk karşılaşmasında yumurtanın etrafını çevreleyen, zona pellusida adı verilen kalın duvarları görür. Sabırla beklediği mutluluğa ulaşabilmek ve sevgilisinin içine girip, aşkının ateşinde erimek için son bir gayretle sıçrar ve sevgilisini kuşatan duvarları geçip, içine girer. Artık hedefe ulaşılmış, PAR’lar ışıldamaya başlamıştır! (Gönczy 2005; Wu 2007).
Spermin dokunuşuyla ışıldamaya başlayan PAR’lar için en mutlu an, yumurtanın çeyiz sandığının açılması ve içinden “yaşam iksiri” yani “P granülleri ve PIE1 molekülleri”nin çıkmasıdır. Hücresel seviyede bunlar, zigot dediğimiz yeni ilk hücrenin arka kısmında toplanır. Böylelikle zigot iki hücreye bölündüğünde, bu faktörler de sadece bir hücrede kalmış olur, diğer hücre ise bunları içermez. Bu faktörler, içinde bulundukları hücrenin hiç değişmeden, olduğu gibi beklemesini sağlar. Bir bakıma, hücrede genetik materyalin çoğalmasını ve değişime uğramasını baskılamaktadırlar. Neticede, sperm veya yumurta ne ise bu hücreler de aynen onlar gibi kalır; çünkü ileride yeni nesil yavrunun sperm veya yumurtası olacaklardır. Oysa diğer hücreler hemen değişime uğrayarak hızla çoğalmaya başlar ve sonuçta kas, sinir, bağırsak gibi vücut dokularını, bunlar da bedeni oluşturur. Gametler ise ‘yaşam iksiri’ sayesinde geldikleri gibi gamet olarak yaşamlarına devam eder.
İşte “yaşam iksiri” adını verdiğimiz bu moleküllerin yaptığı iş; bir ömür boyu sperm ve oosite ait ortak nükleik asitlerin, başka hiçbir faaliyette bulunmaksızın, sadece varlıklarını sürdürecekleri şekilde hayatlarını idame ettirmelerini sağlamaktır. Bir bakıma, binbir güçlükle ayakta kalabilmeye uğraşan beden hücrelerinin kıskanç saldırılarından koruyarak, yaşamın tadını çıkarmalarını sağlamak. “Bencil gametlerimiz!”
Sözün kısası, gerek sperm gerekse yumurta, nesiller boyunca gamet özelliklerini muhafaza etmişlerdir. Hiçbir zaman ölümcül vücut hücrelerine dönüşmezler. Daima gamet olarak kalırlar. Geçmişte de gamet olarak bu sayede kalmışlardı, gelecekte de kalacaklar. Ama dikkat edilirse korunan şey sperm ya da yumurtanın kendisi değil, bunların içerdiği genetik materyal, yani nükleik asitlerdir. O halde, “geçici” varlığımızın meyveleri olan yavrularımıza bizi kavuşturan bu “ölümsüz” zincire ne kadar teşekkür etsek yeridir.
DNA: Deoksiribonükleikasit; PAR: protease-activated receptors; PIE1: Üreme hücrelerini belirleyen bir protein (C2H2 zinc finger protein).
Gönczy P, Ros L.S. Asymmetric cell division and axis formation in the embryo http://www.wormbook.org.
Jolly A. Lucy’nin Mirası. Kitap Yayınevi, İstanbul, 2004.
Martin E. The Egg and the Sperm: How Science Has Constructed a Romance Based on Stereotypical Male-Female Roles. Signs: Journal of Women in Culture and Society 16;485, 1991
Wu J, Rose LS. PAR-3 and PAR-1 Inhibit LET-99 Localization to Generate a Cortical Band Important for Spindle Positioning in Caenorhabditis elegans Embryos. Mol Biol Cell, 18;4470, 2007.