Genel popülasyonda %1, infertil erkekler arasında ise %10 oranında görülen azoospermiye bağlı kısırlık, mikroTESE yöntemi ile testislerden alınan spermlerin kullanılmasıyla olguların önemli bir kısmında üstesinden gelinebilmektedir. MikroTESE yöntemi, testisteki seminifer tubüller dediğimiz çok ince kanalcıkların ameliyat mikroskobu altında incelenerek, içinde olgun sperm hücresi bulunan parçaların ayırt edilmesi ve çıkarılması esasına dayanır. Gerek çok az hasar yaratması gerekse yeterli sayıda sperm elde edilebilmesi bu tekniğin önemli avantajlarıdır. Altta yatan nedene bağlı olmak şartıyla, olguların yaklaşık yarısında yeterli sayıda sperm elde edilebilmekte. Ancak iş sadece sperm elde etmek değil, elde edilen spermlerin kaliteli olması da sonucu etkileyen önemli bir faktördür. TESE ile elde edilen spermler arasından gebelik şansı en fazla olanlarının nasıl seçileceği, bugün için üreme tıbbı ile ilgilenen bilim insanlarının yoğun olarak üzerinde çalıştıkları bir konudur.
Sperm kalitesini belirleyen en önemli iki parametre hareketli olması ve DNA içeriğinin sağlığıdır. Dolayısıyla tüp bebekte kullanılmak üzere spermin hazırlanmasında hedeflenen de, ileri hareketli ve DNA hasarı olmayanların seçilmesidir. Mikroenjeksiyon yani ICSI tekniği ile yapılan tüp bebek uygulamalarında gebelik başarısı yaklaşık %50 civarındadır. Sonuç alınamayan olgularda ise sorunun önemli bir kısmı spermle ilişkilendirilir. DNA hasarı bulunan spermlerle yapıldığında tüp bebek başarısının yarı yarıya azalacağı gösterilmiştir. Her ne kadar bu hasarların büyük kısmı erkeğin maruz kaldığı çevresel faktörlerden ya da spermin kendi içyapısından kaynaklansa da, bir kısmında spermin hazırlanması sırasında laboratuvar ortamında ortaya çıkmakta. Bu sırada testislerden alınan dokunun mekanik ayrıştırma işlemi, santrifüj edilmesi ya da bir takım kimyasallarla muamelesi gibi işlemler de spermleri hasarlayabilir. İşte son yıllarda bu gibi olumsuzlukların üstesinden gelecek yeni tekniklerin geliştirilmesi üzerinde yoğun çalışılmalar yapılmakta.
Bu amaçla lazer yardımlı sperm seçimi, ışığın çift kırınımına dayalı birefringence metodu, Raman spektroskopisi, mikrofoton mikroskobisi, Annexin-V manyetik aktivasyon gibi sofistike bazı tekniklerin ön çalışmalarının sonuçları umut vermekte. Ancak hepsinin de kendine göre avantajlarının yanı sıra önemli dezavantajları da bulunmakta. Bunların yanında mikrofludik sistemler daha fazla deneme olanağı bulmuş bir uygulamadır. Mikrofludik tekniği, çok ince kanalcıklar içerisinde akan sıvıların fiziksel özelliklerine dayanan bir yöntemdir. Yaygın anlamda “çip” olarak bilinen bu sistemlerde, bir ucundan bırakılan spermler mikrokanallar içerisinden geçerken, şekline, elektriksel özelliklerine ve hareketine göre farklı yönlerde akarak ayrışabilmekte. Bu şekilde hareketi daha iyi ve DNA hasarı daha düşük spermlerin toplanması mümkün olabilmekte. Henüz testisten alınan spermlerin ayrıştırılmasında çok tecrübe edinilmemiş olmakla birlikte, yeni geliştirilen spiral kanallı ve geçirgen fiber membrandan oluşmuş sistemler bu yönde daha verimli olarak görülmekte. Mikrofludikler, kaliteli spermlerin lökosit, immatür hücreler ve doku artıklarından ayrıştırılarak saf halde toplanmasında anlamlı bir yarar sağlayabilir. Ancak bunların genel uygulanıma girmesi için daha fazla tecrübe edinilmesine de ihtiyaç olduğu bilinmeli. Çünkü ne kadar avantajlı gibi görülse de, teknik olarak kısıtlayıcı başka sorunları da henüz düzeltilmeyi beklemekte.
Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere, azoospermi olgularında gebelik başarısını artırmak için en sağlıklı ve kaliteli sperm seçiminin sağlanması üzerinde çok yönlü bilimsel araştırmalar yapılmakta. Bizler de bu yeni teknolojilerin klinikte kullanılması konusunda çalışmalarımıza devam etmekteyiz. Sonuçların güvenilirliliği kanıtlandıkça, hiç kuşkusuz rutin kullanıma da girecektir.
Bu yazı https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/uroloji-uzmani-prof-dr-kaan-aydos/ sayfasında yayınlandı.
Resim https://all-free-download.com/