Evli çiftlerin yaklaşık beşte biri, istemelerine rağmen doğal yolla çocuk sahibi olamazlar. Bunların da yarısında erkekte bir sorun bulunur. Bu sorunlar arasında başlıcaları genetik nedenler, hormonlarda bozukluk, enfeksiyon, varikosel, testislerin yerine inmemesi, kemoterapi, ışın tedavisi almış olması, kullanılan ilaçlar ve sperm taşıyan kanallarda tıkanıklıktır. Daha başka nedenler de bulunmakla birlikte ne yazık ki önemli bir kısmında net bir tanı konamamakta. İşte son yıllarda gündeme gelen bir konu, çocuk sahibi olmaya niyetlenen erkeklerin spermlerinin oksidatif stres dediğimiz bir duruma maruz kalmalarıdır. Başta elektromanyetik dalgalar, sigara, aşırı sıcakta çalışmak, obezite, tarım ilaçları olmak üzere çevreye ya da yaşam tarzına bağlı çok sayıda olumsuz koşul buna yol açabilir. Şayet böyle bir ortam söz konusuysa, spermlerin içinde bulundukları ortamda, yapılarında fazladan oksijen taşıyan ve serbest radikaller dediğimiz bazı toksik ürünler fazla miktarda açığa çıkar. Bunlar da spermin membranının, mitokondrisinin, sentriolünün ve çekirdeğinin yapısındaki moleküllerden elektron çalarak ciddi hasara yol açar. Bütün bu olaylara genel olarak oksidatif stres adı verilmekte. Oksidatif stresin en son aşaması spermin DNA’sında meydana getireceği hasarlardır ki bu, spermin ölümü demektir. Yani oksidatif stres şayet düzeltilmezse DNA hasarı yaparak neticede spermin ölümü ile sonlanır. Ancak vücudumuz bu saldırıya karşı etkin bir savunma mekanizmasına da sahiptir. Antioksidanlar dediğimiz bir takım moleküller ile oksidasyona mani olmaya çalışır. Ne zaman ki yetersiz kalır, işte oksidatif stres o zaman galip gelir ve tahribatına başlar.
Çocuk olmamasının nedenini bulamadığımız çiftlerin hemen hemen yarısında oksidatif stres karşımıza çıkmakta. Bunu testlerle ortaya koymak mümkün. En sık kullanılanları ORP, TOS, ROS ve mitokondri membran potansiyeli ölçümleridir. Hepsi de ortak olarak oksidasyonun derecesini gösterir. Biz de testlerin sonucuna bakarak, spermlerin ne derece risk altında olduklarını anlarız. Şayet böyle bir risk varsa, buna yol açan nedenleri ortadan kaldırarak spermlerin daha fazla hasar görmesini önlemek mümkün olur. Uygun tedbirlerle bozulmuş olan ortam kısa sürede düzeltilebilir.
Ancak oksidatif stresin artması demek, spermlerin öldüğü anlamına gelmez. Spermin ölmesi için önce DNA hasarı gelişmeli. Böyle spermler apopitoz dediğimiz bir yola girerek canlılıklarını kaybederler. DNA hasarlarını TUNEL, Comet gibi genetik testlerle anlıyoruz. Her testin kendine göre bir eşik değeri vardır. Eşik değeri aşan durumlarda ciddi hasar gelişmiş demektir. Erkekte sperm üretimi sürekli yenilendiği için, gerekli önlemleri alırsak yeni yapılan hücrelerin hasarlanmasını da önlemiş oluruz. O nedenle de DNA hasarlarının tedavisi 2-3 ay gibi bir süre ister. Tabii ki hasarın derecesine göre iyileşme daha kısa da sürebilir veya uzayabilir de. DNA hasarının artması sperm kalitesini bozarak, yumurtanın döllenmesini engelleyerek ya da düşüklere neden olarak kısırlığa yol açabilir. Ancak ejakulattaki tüm spermler hasarlı olmayacağı için, şayet sağlıklı bir sperm yumurta ile birleşirse, hiç bir olumsuzluk görülmeyerek sorunsuz bir gebelik ve doğum gerçekleşebilir. Burada söz konusu olan, istatistiksel olasılık hesabıdır, yani kısırlık gelişebilme olasılığı. Dolayısıyla, DNA hasarı olması demek mutlaka kısırlık olacak anlamına gelmez, sadece riskinin artacağını ima eder.
Netice olarak, oksidatif stres ve sperm DNA hasarları baba olma şansını azaltabilir. Oksidatif strese karşı erken tedbir alınarak ileride gelişebilecek DNA hasarlarının da önüne geçmek mümkündür. Bunun için önce doğru tanı konulmalı ve etkili bir tedavi planı yapılmalıdır. Tedavide serbest radikaller tamamen ortadan kalkmadan, belli seviyede kalacak şekilde bir yol izlenmesi çok önemlidir. Bunu ayrı bir yazımızda daha detaylı izah edeceğim.
Bu yazı https://www.hurriyet.com.tr/aile sayfasında yayınlandı
Resimler: https://openclipart.org