Çocuk beklentisi içindeki çiftlerin en büyük hayal kırıklığı, hiç şüphesiz sağlıklı başlayan bir gebeliğin düşükle sonlanmasıdır. Olağan gebelik kontrollerinde fötusun kalp atışını duyan çiftlerin %15’i, ne yazık ki ilerleyen günlerde bebeklerini kaybetmekte. Gebeliğin daha başında test yapıp da gebe kaldıklarını öğrenen çiftlerin ise neredeyse yarısı daha sonra bu talihsiz sonuçla karşı karşıya kalmakta. Gebeliğin 24. haftasına kadar peşi sıra üç ya da daha fazla düşük yaşanması durumu tekrarlayan gebelik kayıpları olarak tanımlanır.
Yakın zamana kadar düşüklerin sorumlusu kadın olarak görülmekteydi. Bu nedenle de bir yandan yaşam tarzı ve beslenmesi sorumlu tutulurken diğer taraftan üreme sisteminde olabilecek bozukluklar yönünden tetkikler önerilmekte. Buna rağmen gebelik kayıplarının üçte birinde herhangi bir neden bulunamamış ve sebebi de açıklanamadan kalmıştır. Oysa embriyonun gelişmesinde sperm ve yumurtanın katkıları eşittir. Eşit miktarda genetik malzeme birleşerek fötus gelişir. Bu bakımdan, bebeğin anne karnında sağlıklı büyümesinde spermden gelecek sinyaller çok önemlidir.
Geçtiğimiz sene İngiltere’de yapılan bir çalışma, sperm DNA hasarlarının gebelik kayıpları ile yakın ilişkisini ortaya koydu. 217 çift üzerinde yapılan bu araştırmaya göre, ister doğal yolla olsun ister tüp bebekle, şayet erkeğin spermlerinde DNA hasar oranı yüksekse, düşük görülme riski de anlamlı ölçüde artmaktaydı. Bu artış hem ilk kez düşük yapanlar için hem de tekrarlayan gebelik kayıpları için geçerli olarak bildirildi. Aslında başka çalışmalar da bu yönde uyarılarda bulunmakta. Çok sayıda meta-analiz, DNA hasarlarının düşük gelişme olasılığını 2 ya da 3 kez artıracağını göstermekte. DNA hasarının her %10’luk artışı, gebelik şansını 1.3 oranında azaltmakta.
DNA hasarlarının neden gebeliği engellediği bilimsel olarak izah edilebilir. Burada en çok üzerinde durulan konu; oksidatif strestir. Ancak bir diğer önemli husus ise kadının da bu hasarların etkili olmasında oynadığı roldür. Örneğin, kadın yaşı 35’in altında olanlarda yumurta, içine giren spermdeki DNA hasarlarının %40’ını onarmakta. Ancak yaş arttıkça yumurtanın bu tamir edici gücü de azalır. Gerçekten de, sperme ait DNA hasarları yumurta tarafında onarılmaya çalışılır. Ama hasar çok fazlaysa ya da yumurtanın tamir edici mekanizmasında bir bozukluk varsa, hasar olduğu gibi fötusa geçip bebeğin genetik şifresine girecektir. Bebekteki genetik bozukluklar da kadın vücudu tarafından reddedilir ve düşükle sonuçlandırılır. Aslında embriyo gelişiminde spermin etkisi gebeliğin daha ileriki günlerinde devreye girer. Yani başlangıçta döllenme gerçekleşir ve fötus gelişmeye başlar, ama bir süre sonra spermin genetik mekanizması işlemeye başlayarak etkili olur. İşte bu evrede hasarlı genomik yapı fötusun gelişimini bozarak düşüğe neden olmakta. Tüp bebek için de bu geçerli olup, gebelik kaybı yaşayanların DNA hasar oranlarının, tüp bebek ile sağlıklı doğum yapan erkelerdekine göre 2 kat fazla olduğu görülmekte.
Neticede, çocuk sahibi olmaya niyetlenen erkeklerde rutin sperm analizi ile birlikte oksidatif stres ve sperm DNA hasarlarının da değerlendirilmesi gebeliğin gidişini tahmin etmede faydalı olabilir. Ancak yukarıdan da anlaşılacağı üzere, sağlıklı bir gebelik hem sperm hem de yumurtayı ilgilendirmekte. O nedenle her iki eşin de aynı zamanda ele alınması çok önemlidir.
Bu yazı https://www.hurriyet.com.tr/aile/ sayfasında yayınlandı
Resim: https://openclipart.org/