Toplantının en çok ilgi çekmesi beklenen konusu hiç kuşkusuz kısırlık tedavisindeki yeni gelişmelerdi. Her ne kadar hastaları tatmin edecek tedavi alternatifleri henüz ortaya konmamış olsa da, bazı yeniliklerin ilerisi için umut verdiği görüldü. Örneğin Avustralya’dan Alan Trounson, kök hücre üzerine yaptığı konuşmasında doku rekombinasyon teknikleri kullanılarak, embriyodan elde edilecek genital sisteme ait mezanşimal hücrelerin uygun kültür ortamında prostat dokusuna farklılaşabileceğini bildirmesi ilgi çekti. Gerçekten de, bu tür uygulamalarla sonuçta bez yapısına ve karakteristik prostat dokusuna sahip prostat bezinin laboratuvar şartlarında geliştirilebildiği görüldü. Bu önemli bir gelişmeydi, çünkü prostat bezi erkek üreme sisteminin önemli bir parçasıdır ve hastalıklarında fertiliteyi bozması mümkündür. Belki doğrudan kısırlık tedavisinde büyük bir gelişme sağlayamayabilir, ama benzer uygulamalara öncülük etmesi beklenilebilir.
Diğer yandan, Hadassah Üniversitesi kök hücre araştırma merkezinden Dr. Benjamin Reubinoff, insanda embriyondan elde edilen mezoderm, ektoderm ve endoderm tabakalarına ait hücrelerin laboratuvar şartlarında geliştitirilerek kalp hastalıkları, Parkinson hastalığı, Diyabet ve Karaciğer yetmezliği gibi hastalıkların tedavisinde kullanılabileceklerini vurguladı.
Kök hücreler henüz daha erken evredeyken embriyolardan elde edilirler. Bu şekilde elde edilen hücreler daha sonra uygun laboratuvar koşullarında uyarılarak, istenilen dokuya dönüşebilir. Amerika’da Cornell Üniversitesinde henüz yeni bölünmeye başlamış (8 hücreli blastomer evresi) hücrelerden de embriyonel kök hücre serilerinin elde edildiği bildirildi. Bu çalışmanın ilginç yönü, kök hücrelerin 2 günlük gibi çok genç embriyolardan da sağlanabileceğinin gösterilmesiydi. Ama yine, sperm ve yumurtanın birleşmesi, bir embriyonun gelişmesi gerekliydi. Oysa İtalya Milano Üniversitesinde, sadece kadın yumurtası oositlerin de partenogenetik bölünmeleri sağlanarak kök hücre kaynağı olabilecekleri gösterildi. Böylece, sperm ve yumurtanın birleştirilmesine gerek kalmadan, sadece yumurtadan da kök hücre elde etmenin mümkün olduğu anlaşıldı.
Siena Üniversitesi’nden bir grup araştırıcı da tüp bebek öncesi FSH verilen erkeklerde spermlerde anöploidi şekilnde görülen genetik bozuklukların yaklaşık %30 civarında azalacağına işaret ettiler. Yakın tarihte erkek üreme hücrelerinden spermatogonium ve spermatositlerinde FSH reseptörlerinin gösterilmiş olması, FSH verilmesinin bozulmuş sperm üretiminini düzelebileceğine bir kanıt teşkil etmektedir. Gerçekten de bu hücrelerin mitotik ve mayotik bölünmelerinde FSH anahtar rol oynamaktadır. Neticede araştırıcılar, tüp bebeğe hazırlanan çiftlerde erkeğin hazırlanmasının önemli olduğu kanısı taşıdıklarını belirtmişlerdir.
Tüp bebeğe hazırlanan çiftlerde erkekte testiküler stimülasyonun başarıyı artıracağı, bizim çalışmalarımızda da gösterilmişti (Aydos 2000-2006). Benzer şekilde İtalya, RomaIVF Merkezinden bildirilen sonuçlarda da ICSI öncesi FSH kullanılan erkeklerde gebelik oranlarını %20’den %42’ye çıktığı, düşük hızının ise %43’den %15’e düştüğü bildirildi. Türkiye’den Bakırcıoğlu’nun da hipogonadotropik hipogonadizimli hastalarda FSH kullanılmasının, sperm çıkışını artırdığı ve bu şekilde gebelik şansını yükseldiği yönünde sunumu dikkat çekti. Sonuç olarak söylenebilir ki, tüp bebek öncesi erkeğin hazırlanması son derece önemli olmakta. Bizim merkezimizdeki uygulamalarda da erkeğin hazırlanmasına önem verilmektedir.
Bir başka önemli gözlem ise Almanya ve İngiltere’den biliminsanlarının ortak yaptıkları bir çalışma ile sunuldu. Buna göre spermlerin programlı ölümü olarak bilinen apopitoz, sperm analizi sırasında yapılan morfoloji incelemesi ile anlaşılabilmektedir. Gerçekten de, sperm apopitozu, sperm şekil bozuklukları ile pozitif bir ilişki ortaya koymaktaydı.
Fransa’dan Dr. Menezo, oksidatif stres ve iltihap hücre birikiminin sperm çekirdeğinde genetik hasara (DNA hasarı) yol açtığını vurguladı. Sonuç olarak, sperm DNA hasarlarının araştırılmasının erkeğin fertilite şansını belirlemede önemli bir parametre olduğunu, dolayısıyla bu tür hastalıkların kısırlığa neden olabileceğini belirtti.
İtalya Milano San Paolo Hastanesinde Prof. Colpi’nin bulguları ise azoospermik erkeklerde eğer testis biyopsisi Sertoli Cell Only sonucundaysa, testislerinde bir tür kanser gelişim riski olabileceği yönündeydi. Bu çeşit olgularda tedavi öncesi testislerin dikkatli muayenesi ve ultrasonografik incelemesi son derece öenm kazanmaktadır.
Yine Amerika Cornell Üniversitesinden Dr. Schlegel ve arkadaşları, mikroTESE ile elde edilen testis dokusunun laboratuvarda dikkatli biçimde uzun süre araştırılmasının sperm elde etme şansını artırdığını belirttiler. Her ne kadar uzun süre sperm aranması spermde bazı dejenerasyonlar yapmaktaysa da, sperm bulunduğu zaman gebelik başarısı değişmemekteydi. Bizim merkezimizde ise süreyi fazla uzatmamak için enzimatik ayrıştırma eklenmekte ve sonuçlarımız da sperm bulma oranlarının artması şeklinde olmuştur.
Bunların dışında daha bir çok çalışmada erkeğe yönelik tedavilerin tüp bebek ile kısırlık tedavisinde önemli olduğu vurgulanmıştır. Yine de bu konuda kesin konuşabilmek için daha geniş çalışmalara ihtiyaç olduğu açıktır.
Prof.Dr. Kaan AYDOS