Üreme dürtüsü tüm canlılarda genlerimize kazınmış ortak bir kazanım olup neslimizi devam ettirmenin temelini oluşturur. Bu öyle kuvvetli bir güçtür ki, önünde engel tanımaz. İster doğal yolla olması için uğraşılsın isterse tüp bebek yoluna girilsin, anne-baba adaylarını zahmetli ve bir o kadar da yıpratıcı bir sürecin beklediği muhakkak. Nihayetinde testislerden üst üste ameliyat olmayı kabul ettirecek kadar da fedakârlık isteyen bir tutku. Ancak bu fedakârlık sadece biz insanlara mahsus değil, bakın diğer canlılar baba olma sürecini nasıl geçiriyorlar biraz yakından görelim.
Bunun en dramatik örneğini kenelerde görmekteyiz. Bizim ısırılma korkusuyla büyük savaş verdiğimiz keneler erginleşmek için tüm kışı aç halde geçirir. Soğuk kış günlerinde tek hayali bir an önce yumurtalarının olgunlaşmasıdır. Baharla birlikte dirilir ve bir ağacın dalında neslini sürdürecek olan yumurtalarını besleyeceği bütirik asit kokusunun gelmesini beklemeye koyulur. Bütirik asit kokusu, yavrusunun en sevdiği memeli kanının habercisidir. Ne ilginçtir ki, bu onun son yemeği olacaktır. Son yemeğinin gelmesini bazen aylarca beklediği olur. Kokuyu alır almaz kendini daldan aşağı bırakır. Yeni konağın üzerinde günlerce kan emerek beslenir ve bu sırada da erkeği ile çiftleşir. Hemen arkasından yumurtalarını yere bırakır ve görevini tamamlamış olmanın mutluluğu içinde yaşama veda eder. Son yolculuğunda erkek de dişisini yalnız bırakmaz. Aslında ölürken o, yavrusuyla birlikte yeniden doğmuştur. Kenelerin ölüm nedeninin konakladıkları hayvandan aşırı sıvı almaları olduğu düşünülmekte. Milyonlarca yıldır keneler bu davranışlarını sürdürdüklerine göre, böylesine dramatik bir sondan da rahatsız olmamaları gerekir.
Yavrusu için sonu çok acı bitecek bir diğer fedakâr davranışı ise erkek peygamberdevelerinde görüyoruz. Birkaç dakika içerisinde kafasının kopartılacağını bilmesine rağmen erkek böcek sürünerek dişisine yaklaşır ve etrafında dans eder. Şayet dişisi bundan memnun kalırsa önce erkeğin kafasını koparır ve arkasından onunla çiftleşir. Daha sonrasındaysa tüm bedenini midesine indirir. Erkeğin tek düşüncesi, yavrusunun sağlığı için, gebe bıraktığı dişisinin iyi beslenmesidir. Bunun için bir proten kaynağı olarak bedenini feda eder. Çünkü yavrusuyla birlikte yeniden doğacağının ‘farkındadır’. Aynen bazı ahtapot türlerinde olduğu gibi. Dev pasifik ahtapotları hayatları boyunca sadece bir kez çiftleşirler. Dolayısıyla tüm uğraşıları, bu güne hazırlanmaktır. Bunlarda bir kol penis vazifesi görür. Çiftleşme zamanı gelince erkek ahtapot bu kolunu dişinin çiftleşme bölgesine sokarak, sperm kesesini buraya bırakır. Bırakır bırakmaz da ölür. Dişi, sperm kesesini aylarca muhafaza eder. Ta ki yumurtlama zamanı gelsin. Yumurtaları olgunlaşınca sperm kesesini deler ve yumurtaları ile birleştirir. Döllenen yumurtalarını da yine bir kılıf ile korumaya alarak beslemeye başlar. Bunun için de tüm kaynaklarını tüketir, yumurtladıktan sonra ise yemeyi keser ve açlığa başlar, neticede ölür. Çünkü bütün besin kaynaklarını çok sayıda yumurtaya paylaştırarak kendini feda etmiştir. Anlaşılan, hayatları boyunca tek yaptıkları ve bununla da yaşama veda ettikleri uğraşları; canları olan yavrularının dünyaya gelmesi. Bundan değil şikâyet etmek, üstüne üstlük mutlu oluyorlar ki milyonlarca yıldır aynı dramı tekrarlamaktalar.
Görüldüğü gibi sadece biz değil tüm canlılar da yaşam süreçleri içinde yavru dünyaya getirmek için büyük sabır ve fedakârlık gerektiren bir dönemden geçmekteler. Bu dönemde genlerimiz çok hassas bir program takip eder. Ancak ilginçtir ki, artık çocuk yapma uğraşları son bulduktan sonra genetik malzememiz de yorulur ve kendi hasarlarını tamir edemez hale gelir. Biriken mutasyonlar ve hatalar sonucunda da yaşlanma başlar. Netice olarak, çocuk sahibi olmak için verdiğiniz mücadele biyolojinin doğal bir sürecidir ve bunda da yalnız değilsiniz; evli çiftlerin yaklaşık beşte biri benzer yoldan geçmekte.
Bu yazı https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/ sayfasında yayınlandı.
Resim: https://openclipart.org/