Yakın tarihte yapılan araştırmalar sperm sayısında her yıl ciddi anlamda bir düşüş olduğunu ortaya koydu. Fransa’dan Dr. Jean-Marc ve ekibi 223 ülkeden bildirilen sonuçları değerlendirerek sonuçlarını geçtiğimiz günlerde Human Reproduction Update dergisinde yayınladı. Araştırıcılar son 40 yıl içerisinde sperm sayısında yarı yarıya düşüş olduğuna dikkat çekmekte.
Sperm sayısındaki düşüş sadece belli ülkelerle sınırlı değil. Avrupa’nın yanı sıra Amerika, Afrika ve Asya’da da benzer oranlarda azalma söz konusu. Bu düşüş artık sadece bilim insanlarını ya da klinisyenleri ilgilendirmekle kalmıyor, genel halk sağlığı problemi haline geldi. Nitekim 1973 yılında ortalama sperm sayısı 101 milyon iken, şimdi 49 milyona gerilemiş durumda. Üstelik bu düşüşün hızı da yıllar geçtikçe artarak, geçtiğimiz 50 yıl içerisinde iki kat daha hızlandı. Önceleri sperm sayısı yılda %1,1 düşerken, son yıllarda düşüş hızı %2,6’ya çıktı. Uzmanlar önümüzdeki yıllarda düşüşün %3’e erişmesinden endişe etmekte.
Sperm sayısında düşüşün çok sayıda nedeni olabilir. Ama sigara alışkanlığı, hava kirliliği, bazı ilaçlar, böcek ve tarım ilaçları ile plastik kullanımındaki yaygınlık en dikkat çeken nedenler arasında sayılabilir. Bunların etkisi spermlerin içinde yüzdükleri seminal sıvıda yüksek miktarda zararlı metabolit birikmesiyle izah edilir. Serbest oksijen türevleri ya da kısaca ROS olarak tanımlanan bu toksikanlar önce spermin enerji kaynağı olan mitokondrisini, arkasından da sentriol olarak bilinen hareket motorunu bozmakta. Sentriolün bir diğer önemli özelliği ise, spermin yumurtaya girdikten sonra döllenme yapmasındaki rolüdür. Bundaki bozukluk neticede sağlıklı embriyo gelişmesini önler.
Oksidatif stresin son aşaması spermin DNA’sının yani genetik malzemesinin bozulmasıdır. DNA hasarına uğrayan bir spermin artık döllenme yapma kapasitesi ortadan kalkar. Sperm DNA hasarları erkek infertilitesinin başta gelen nedenleri arasında sayılmakta. Ancak sadece bu kadar değil, hasar testiste kök hücrelerin genetik malzemesini de etkilemişse sperm üretimi bozulur ve tahlillerde azoospermiye kadar giden ciddi düşme görülür. Kök hücrelerin ürettiği hasarlı spermlerin gebelik yapması durumunda aynı sorun gelecek kuşaklara da aktarılarak, yazımızın başında bahsettiğimiz gibi sperm sayısında her yıl artan derecede azalma olması kaçınılmaz hale gelir.
Çevre kirliliğinin yarattığı sorun sadece spermleri etkilemekle kalmıyor, kadında yumurta için de benzer hasarlanma olabilir. Ancak yumurtayı sperm gibi detaylı inceleyemediğimiz için bu konu hakkında bilgilerimiz kısıtlı. Ama şurası kesin ki, kısırlık evli çiftlerin beşte birinde görülüyor. Bu da gösteriyor ki sorun her iki eşi de ilgilendiren ortak bir problem. Dolayısıyla çözümünde hem erkeğin hem de kadının birlikte ele alınması şarttır.
Kısırlık probleminin gittikçe artan bir hızla ilerlemesi çoğu ülkenin politik stratejilerinde tartışılır duruma geldi. Örneğin Fransa’da resmi sağlık mercileri kısırlık konusunda araştırmaların yapılmasını, sağlık çalışanlarının eğitilmesini ve halkın konu hakkında bilgilendirilmesini bir devlet meselesi olarak kabul etti ve çalışmalara başladı. Yine Avrupa Birliği aldığı bir kararla özellikle telefonlardan kaynaklanan elektromanyetik dalgalardan gelecek olası tehlikelere atıfta bulunarak buna karşın önlem alınması tavsiyesinde bulundu. Sigaranın zararları ise hemen her ülkede uzun süredir paketlerin üzerinde vurgulanmakta.
Netice olarak, kısırlığa karşı global bir hareketlilik başlamış durumda. Ancak bunun uzun vadeli sonuçlarını beklerken şimdilik bizlerin yapabileceği kişisel tedbirler almak olmalıdır. Çevresel kaynaklı tehditlerden korunmak, zararlı alışkanlıklardan kurtulmak, sağlıklı bir yaşam tarzını benimsemek ve beslenme şekline dikkat etmek bu anlamda önceliklerimiz olmalı.
Resim: https://openclipart.org/
Bu yazı https://www.hurriyet.com.tr/aile/ sayfasında yayınlandı