Kısırlık araştırmasında ilk yapılan inceleme sperm tahlilidir. Burada önce ejakulatın fiziksel özelliklerine yani hacmi, asiditesi, akıcılığı ve rengine bakılır. Daha sonra bir damlası mikroskop altına alınarak olgun kuyruklu sperm sayısı, yüzde kaçının hareket ettiği ve ne kadarının normal şekilde olduğu kaydedilir. Ancak bir diğer ifade daha vardır ki çoğu kez akıl karıştırır; lökosit sayısı. Lökositler de genellikle mikrop bulaşına bağlı iltihap varlığı ile ilişkilendirilir ve hemen arkasından antibiyotik tedavisi başlanır. Oysa bu her zaman doğru değildir ve endişe etmeniz de gerekmez.
Sperm örneği mikroskop altında incelendiğinde her zaman az ya da çok sayıda bir takım yuvarlak hücreler görülür. Bunların kaynağı ya gerçekten lökositlerdir ya da henüz olgunlaşmamış sperm hücreleri. İkisinin tedavisi arasında büyük fark bulunur. O nedenle bunları çok dikkatli ayırt etmeli. Hemen söyleyeyim, spermden bir damla alıp doğrudan mikroskopta bakıldığında yuvarlak bir hücrenin lökosit mi yoksa kuyruksuz sperm hücresi mi olduğu ayırt edilemez. Bunların mutlaka özel boyalarla boyanıp daha yüksek büyütme gücüne sahip mercekle incelemesi gerekir. Şayet böyle boyanmadan bakılmışsa, lökosit denmesi sizi aldatmasın. Hatta standart sperm boyamalarıyla da her zaman sağlıklı sonuç alınamaz, bu nedenle ancak peroksidaz boyası kullanılarak daha farklı bir yöntemle incelenirse lökosit olduklarına karar verilebilir. Dolayısıyla, sadece boyama yapılmış sperm tahlillerinde lökosite rastlanıldı denmişse buna güvenmeli. Lökosit sayısının da mililitrede 1 milyonun üzerinde olması anlamlıdır. Çünkü normalde de bir miktar lökosit çıkabilir ancak bunun 1 milyonu geçmemesi gerekir.
Yukarıda da belirtiğim gibi, boyamadan yapılan standart semen tahlillerinde yuvarlak hücre sayısı artmışsa, bunun iki anlamı olabilir; ya lökosit ya da olgunlaşmamış kuyruksuz sperm hücrelerinde bir artış vardır. Daha sonra bunu uygun teknikle boyayarak incelediğimizde hangisi olduğu ortaya çıkacaktır. Şunu da belirtelim, böyle yuvarlak hücre sayısı yüksek gelen erkeklerin sadece dörtte birinde gerçekten mikroba bağlı bir lökosit artışı söz konusudur. Hatta lökosit artmış olsa bile, bu da her zaman mikrobik bir iltihap bulunduğu anlamına gelmemeli. Travma, doku yaralanması ya da toksik maddelere karşı aşırı duyarlılık sonucunda da ortamda reaktif lökosit artışı olabilir. Örneğin lenfositler de bir çeşit lökosittir ama mutlaka mikrop varlığında görülmez. Oksidatif stres durumunda da, mikrobik bir iltihap olmadan lökosit artabilir. Bu gibi olgularda esas neden düzeltilirse, lökositler de kaybolacaktır. Yani lüzumsuz yere antibiyotik kullanmak gerekmez. Hatta grip gibi viral enfeksiyonlarda bile lökosit sayısının arttığı gösterilmiştir. Nitekim kış aylarında sperm tahlillerinde daha fazla örnekte lökosite rastlıyoruz. Bunlarda da antibiyotiğe gerek kalmadan, hastalığın geçmesi ile lökosit kaybolur. En sağlıklısı, lökosit varlığında bir semen kültürü yapılarak ortamda mikroorganizma bulunup bulunmadığı, varsa hangisi olduğu ve hangi antibiyotiğe duyarlı olduğunun araştırılmasıdır. Gerçekten bir mikrop bulaşına bağlı iltihap olduğu anlaşılırsa bu; testis, epididim ya da diğer genital bezlerin enfeksiyonundan kaynaklanmış olabilir. Kaynağına göre de tedavisi düzenlenir.
Diğer yandan, şayet yuvarlak hücrelerin lökosit olmadığı anlaşılırsa, bunlar büyük olasılıkla spermatid dediğimiz henüz kuyruk çıkaracak olgunluğa erişmemiş erken evre sperm hücreleri demektir. Ya testiste sperm üretiminde bir bozukluk vardır ya da epididim yeterli görev yapmıyordur. Bu yönden araştırılır ve gerekli tedavi planlanır. Bunların yanı sıra ejakulatın içinde epitel veya Sertoli hücresi gibi başka hücre artıkları da görülebilir. Dikkatli bir gözlemle bunlar diğerlerinden ayırt edilebilir.
Netice olarak, sperm tahlillerinde çok sayıda lökosit görüldü yazması sizi hemen telaşlandırmasın. Önce bunun gerçekten lökosit olup olmadığı ortaya konulmalı, daha sonra da mikroorganizmalara bağlı bir artış mı yoksa başka bir nedenden mi kaynaklandığı araştırılmalı. Yalnızca mikrobik enfeksiyon durumunda antibiyotiklerin faydası olacak, diğer durumlarda sadece zaman kaybına yol açacaktır. Her zaman söylediğim gibi; başarılı bir tedavi yapabilmek için önce doğru tanı konulmalı sonra da buna uygun bir tedavi başlanmalıdır.
Bu yazı https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/ sayfasında yayınlandı